Uzun yıllardır yattığı çukurdan müziğin daveti üzerine fırlayarak çıktı. Bir zamanlar kalp ciğer gibi organlarının bulunduğu yerden kara küflü topraklar göğüs kafesi kemiklerinin arasından dökülerek kalkmış bir yandan yanı yöresindeki iskeletlerle birlikte çılgın bir dansa tutuştu. İnce el kemiklerinin birbirine sürtınmesinin çıkardığı sesler keman sesine karışıyor bir yandan tüm oyuncular hızlı bir tempoya ayak uydurmaya çalışıyorlardı. Gözyuvalarındaki karanlık , içlerindeki doymaz boşluk çaresiz danslarına eşlik ediyordu. Duramıyordu, duramazdı… Bir horoz sesi onu uyandırıp bir salıncağın iç hoplatıcı hissiyle yataktan kalkıverdiğınde terden sırılsıklamdı. Ne rüyaydı ama diye geçirdi içinden. Eli başucunda duran kitabın altı çizili satırlarına gitti. Dance Macabre: “Ortaçağda veba salgını sırasında çaresiz halk bir salgın halinde esrik bir dans hastalığına kendini teslim etmiş vecde gelip kendinden geçinceye dek dansa kapılır olmuş hatta bu yüzden ölümler yaşanmıştı ki efsaneye göre Ölüm, her yıl Cadılar Bayramı’nda gece yarısı ortaya çıkar, mezarlarından keman çalarken ölüleri dans etmeye çağırır (burada bir solo keman ile temsil edilmektedir). İskeletleri, sonraki yıla kadar mezarlarına dönmek zorunda kaldıklarında, şafak vakti horoz ötmeye başlayana kadar onun için dans eder.”
Tuhaf dedi Aziz John dansından çok dyonnisos çağrısına benziyor daha çok. Nazi askerlerinin kaybedilen savaş esnasında siğınaklardaki eğlenceleri geldi gözünün önüne.
Acaba sadece acaba içinde yaşadığımız çağda huzursuz insan ruhları bu türden bir müziğin etkisine mi kapılıverdi. Öte yandan İmkan olsa yani , imkanları olsa hayatlarıyla neler yapacaklardi , gerçekten yapabilirlermiydi ? Dansedebilmek iskeletlere mi mahsustu? Memento Mori…