Elleri tırmanmak icin çıktığı dağın rengini almış ve nasırlaşmıştı. Tırnakları yer yer kırılıp aşınmış çürük vişne rengini almıştı. Güçbela aldığı nefes ciğerlerini patlayacak derecede sikıştırıyordu. Aşagıya baktı, geldigi yoldan geri dönecek olursa düşerek parçalarına ayırılacağı muhakkaktı. Bir umut yukarıya baktı,zirveye az kalmıştı. Sağ elinde sıkıca tuttugu kazmayı üçgen bicimli bir kovuğa saplayarak sol eliyle yukarı uzandı. Kolunu yukarı doğru olabildiğince uzattı,keskin bir kaya parçasına tutunarak kendini yukarı çekti. Birçokları gibi dağ onu da çağırmıstı ve bu çağrıya uymamak gene birçokları gibi onun da elinde değildi. Bile isteye soğuğa,sıcağa yalnızlığa katlanarak kanaya kanaya cıktığı yolculuk nihayete ermek üzereydi yahut o öýle sanmıştı. Bir kaç hamle daha yaptı, bacaklarından aldıgı son bir kuvvet ile kendini zirveye attı. Atar atmaz yere serildi. Gök maviydi ve mavi göktü. Bir zaman maviliğinde soluklandı. Görmek üzere oldugu manzarayı tahmin etse de acele etmedi. Sol yanına doğrulup kabasının üzerine oturdu. Dağın diğer tarafı da tırmandığı yokuş kadar hatta daha keskin bir uçurumdu şimdi. Yolculuk sona ermemiş, ancak gidebileceği bir yer de kalmamıştı. Güneş yeni doğuyordu. Sırtını çıplak kayaya yasladı. Hayatı boyunca kimseye ihtiyaç duymamıştı. Yanında hikayesini anlatabileceği kimse yoktu ve ilk defa hem de sırf hikayesini anlatabilmek için birine ihtiyaç duydu. Aynı anda hem gulüp hem de göz yası döküyordu. Güneş sarı, gök maviydi…
ne diyeceğimi bilemiyorum.
sussam yeridir.
BeğenLiked by 1 kişi
Söylediniz zaten😊 Teşekkürler hocam.
BeğenBeğen