Tüm hayatını adadığı tek bir amacı vardı.Bunun için yıllar boyu süren uzun araştırmalara girişmiş sahra çöllerinden Tibet dağlarına birçok yeri gezmişti. Rüyalarından bile medet umduğu bile olmuştu. Şimdi ise ellerinde tuttuğu bir kaç kırık çömlek parçasından başka hiçbirşeyi yoktu. Güney Anadolunun küçük bir köyünde; yanında pek de hoş bakmadığı hatta küçümsediği bile söylenebilecek ihtiyar,kara kuru bir adamla birlikte ıssızlığın ortasındaydı. Adını Emin olarak bildiği adamın yüzünü örten kumaş parçasına gözü takıldı. Rüzgarda dalgalanan bu ince kumaş parçası yüzyıllar öncesinden tanıdığı bir ezgiyle raksediyordu. Mr. Galahad içinden söylenirken rüzgar onun sözlerini muhatabına da fısıldıyordu: “Oh dear ,Holy bowl!”
Emin işittiği sedayla birlikte Mr Galahad’ın elinde tuttugu çömlek parcalarına ve onun elinde tutuş şekline bakakaldi. Bir müddet sonra Emin’in yüzünde belli belirsiz bir hüzünle karışık istihza belirdi: Ağam dedi, nice can, kap bulamadığından değil su bulamadığından helak olup gitti. Su aramak daha evla değil mi ? Hem suyu kolay bulursun bizim buralarda. Alnını sildiğin ter bile su değil miki ?
Mr Galahad yarım yamalak anladığı Türkce lakırtıdan hiç hoşlanmamış olacak ki yüzünü buruşturdu. Kutsal suyun kapta değil yerde toprakla karışık bir çamur birikintisinde olabileceği düşüncesinin aklından gecmesi onu rahatsız etmişti.Olmaz olsundu, kendilerini buraya getiren eseğin idrarının sesiyle irkildi. Su heryerdeydi. Bir süredir yağan yağmurda bu sıvıdan da bir nebze bulunabilecegi düşüncesi bardağı taşıran son damlaydı. Toparlan dedi gidiyoruz. Akşama çay içelim , demli olsun!