AYKIZ

İri mavi gözlerini tavana sabitlemiş karanlıkta tavana yansıyan hareketli figürleri izliyordu. Dönüp duran gece lambasının yarattığı karagöz oyununa kendini kaptırıvermişti. Tanrılar, yarı tanrılar, belden aşağısı at yukarısı insan yaratıklar daha neler neler o küçük hayal dünyasında koşuşturuyordu. Annesinin okuduğu kitaplar ve babaannesinin anlattığı masallardaki kahramanlar cenge tutuşmuş gibiydi. İçlerinden biri beyaz sakallı yaşlı adama benzeyeni dikkatini çekti. Figür büyüdükçe büyüdü o kadarki tüm odayı kapladı. Küçük kız şimdi korkmuştu. Kendisine elini uzatan adam onu avucuna aldı ve ağzına doğru götürdü. Sesi boğulmuş bir rüyada gibi çığlık atamayan kız gözlerini kapamaya kalmadan kendini yutuluverdi. Karanlık ve ıslak bir yerde kendini bulasıya dek düştü, düştü,düştü. Yarı beline kadar gömüldüğü sudan kafası kaldirıp baktığında kulaklarına kadar sarkan saçlarinın uzadığını farketti, şaşırdı. Hayreti ise biranda korkuya donüşecekti cünkü karsısında ağzını kocaman açmış kendisine bakan bir timsah vardı. Hıç kıpırtısız duran bu iri gövdeyi aşarsa yukarıdan gelen ay ışığına ulaşabilidi. Tüm korkusuna rağmen timsaha yaklaştı, ağzının içinde boğazına yakın devasa bir kıymık vardı. Çekinerek küçük ellerini karanlık agzından iceri sokup kıymığı çıkardı. Timsah beklenmedik sekilde gözkapaklarını kırpıştırarak konuştu: Aykız yıllardır bu kıymık yüzünden konusamadım , yiyip içsem de doyamadım. Beni azat ettin ben de sana yol göstereyim. Yukarı dogru gidersen yoluna bir fil, bir de aslan cıkacak. Sakın onlardan korkma , onların istediğini verirsen sana dost olur, çıkış yolunu gösterirler dedi ve suyun içinde kayboldu. Küçük kız tarifsiz bir neseyle kendisine tarif edilen yolu takip ederek filin kapısına vardı. Beyaz fil cok azametli sağlam yapılı ve gösterişliydi ancak bir derdi var gibiydi. Yukarıdan damlayan mavi renkli hoş kokulu bir nektardan icmeye calışsa da hortumu ona mani oluyordu. Küçük kız avucunu acarak bir damla nektarın düşmesini bekledi. Nektarı elde ettiyse de birden aklına bu nektarı kendine saklamak geldi. İçseydi sonsuza kadar burada hiç yaşlanmadan yaşayabilirdi ama yüreği buna mani oldu. Beyaz file nektarı icirdi. Sevincinden bir o yana bir diger yana danseden filin ayak sesleri bir davulu andırıyordu. Artık tek bir sınavı kalmıştı. Gürültüye koşup gelen aslanın kükremesi ortalığı sarstığında küçük kız bin yapraklı bir nilüfer ciçegini elinde tutuyordu. Çiçeği nektardan daha fazla sevmişti. Bin yaprağında bin renk vardı. Hayallere dalıp gidebilirdi. Sanki tüm evren tüm yaşamlar bu çiçeğe gizlenmisti. Önce gonülsüz olara sonra tüm içtenliğiyle çiçeği aslana doğru uzattı. Aslan yavaş adımlarla yanına dogru seğirtip geldi, kızın elindeki eflatun renkli nesneyi koklayıp önünde egildi. Bu reveransı sırtına binmesi için bir işaret olarak gören aykız altın renkli yumuşak yeleye tutunup kafasını içine gömdü. Bir süre uykuya daldı uyandığında tekrar yatağının içindeydi. Tavandaki dans aydınlanmış güneş doģmak üzereydi…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s